– Gençliğe –

Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar,
Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar,
Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar,
Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.
Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz azgın;
Derileri çatlak, bağrı kapkara,
Sağ elinin nasırında bir yara
Başında bir eski püskü peştemal,
Koltuğunda bir yamalı boş çuval!…

– Ne o bacı?
– Ot yiyoruz, n’olacak!..
– Tarlan yok mu?
– Ne öküz var, ne toprak.
Bugüne dek ırgat gibi didindim;
Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim,
Bundan sonra…
– Kocan nerde?
– Ben dulum;
Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum.
– Soyun, sopun?
– Onlar dahi hep yoksul!
Ah Efendi, bize karşı İstanbul
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?
Taşraların hayvanlık mı nasibi?..

Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın.
Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkıyle
Ocağının karşısında saadete eresin,
Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkıyle
Evladına sütün gibi pak duygular veresin.
Sen bir aziz yoldaşsın:
Senin sesin hayat için dövüşmeye koşturur,
Senin sevgin vatan için fedakarlık öğretir,
Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur;
Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir.

Lakin bizler bu hakları unuttuk,
Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk,
Ninen gibi sana dahi hor baktık,
Seni dahi garip, yoksul bıraktık!..

Evet, seni genç kocandan uzun yıllar ayırdık;
Sen zavallı, duvağına doymadığın bir günde
Bir ihtiyar kadın gibi haykırarak saç yoldun;
Birçok parlak dileklerle dolu olan gönlünde
Bir muradın ülkerini göremeden dul oldun.
Günden güne bir kırık
Ağaç gibi içlenerek, yaprak gibi solarak
Tırtıl üşmüş dallar gibi kurumaya yüz tuttun;
Kadınlığın duygusunu genç bağrında uyuttun
Ve dedin ki: “Artık bana ne bir bahar, ne şafak!”

Bugün sende en yaralı bir rençperin derdi var;
Ağaların hasadını biçen paslı orağın
Sana yalnız ot ve diken demetleri söktürür;
Aç yavrunun çırılçıplak uyuduğu ocağın
Sana gece yarıları acı yaşlar döktürür.
Her şey seni hırpalar:
Memleketin ağır yükü senin zayıf sırtında,
Bu yük senin kemik kalmış vücudunu ezip yer,
Senin ömrün, kara bahtın demir eli altında,
Bu el senin kocan gibi oğlunu da sürükler.

Kinler için karaları bağlıyan,
Zevkler için zelil sefil ağlıyan,
Acı gören, cefa çeken, ezilen,
Irzdan başka her şeyini veren sen!

Sen şu güzel vatanında cehennemde gibisin;
Gözyaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde
Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz;
“Ekmek” diye ağladığın sağır bir halk önünde
Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz yüreksiz…
Senin her bir ümidin
Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır,
Oraya ki masum çiftler hıçkırıksız yaşarlar;
O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar;
Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır?

Ey mübarek Anadolu toprağı!
Hani senin bahtiyarlık hukukun.
Hür düşüncen, millî duygun, kanunun?
Hani senin yeni ruhlu çocuğun.
Sevgin, neşen, çalgın, türkün, oyunun?

Ey dertliler yatağı!
Ne vakte dek gençliğine hakaret,
Bu ayrılık, bu gözyaşı bu ölüm?
Ne vakte dek, kızlarına esaret,
Bu sert demir, bu ağır yük. bu zulüm?

Yazık, sana ağlamıyan şiire;
Yazık, sana titremiyen vicdana;
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmıyan insana!..

Ey vatanın bağrı yanık bucağı!
Hani senin bereketli hasadın,
Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin?
Hani senin medeniyet hayatın,
Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin?

Ey Türklüğün otağı!
Ne vakte dek bu acıklı sefalet,
Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu?
Ne vakte dek bu uğursuz cehalet.
Bu taassup, bu görenek, bu uyku?

Yazık, sana ağlamıyan şiire;
Yazık, sana titremeyen vicdana;
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmayan insana!..

Türk Sazı, S. 45-48

Yorum yaz

Yorumlar

  1. Henüz yorum eklenmedi.