Sevgili Afşın,
Sana şu son mektubumu yazmakta olduğum sırada, büyük felâketimizin üzerinden iki yıldan çok bir zaman geçmiş bulunuyor. Ve biz, kâinatın daimî akışı içinde, yuvarlanıp gitmeye devam ediyoruz.
Senin için yaptırdığımız daireye sensiz girdik. Kitaplığın, odanda, son defa yerleştirmiş olduğun şekilde düzenlenmiş bulunuyor. Bisikletin, üstü örtülü durmakta. Yalnız karyolan yerinde değil. Ve annenle baban, böyle boş bir evde, öylesine mânâsız günler geçirmekteler.
Seni toprağa verişimizden üç ay kadar sonra, sağ bacağımın felç oluşu, başka bir dert oldu. Ve kaderin şu acı cilvesine bak Afşin: Tedavim, Tıp Fakültesi Fizik-Tedavi Kliniği’nde oluyor. Bu klinik ile senin sağ girip ölü çıktığın İntaniye yanyanalar.. Ve ben, iki yıla yakın bir zamandan beri, haftada üç gün, seni mezara götüren o soğuk yapının önünden geçiyor ve hâtıraların bulunan Fizik-Tedavi Kliniğinde saatler öldürüyorum.
Senin için kaleme aldığım ve Toprak dergisinde yayınlanan yazımda : «O, ailemizi ve büyük bir dost grubunu Afşın’sız bırakıp gitmeseydi, kuvvetle umuyordum ki, babasının birkaç yazı yazabilmekten ileri gidemeyen Türklük hizmetini, çok daha faydalı şekilde yapabilecekti..» demiştim. Heyhat ki, senin, milletimize ve vatanımıza borçlu olduğun vazifeyi yapmaya çalışmak da, artık bize düşmüş bulunuyor.
Adına tertiplediğimiz yazı müsabakası, bu vazifenin bir kısmıdır Afşin. Bu müsabakanın birincisi, tahmin ve ümidimizin üstünde bir ilgi gördü. Ve sen, yaşayıp yapamadığın bir kutlu vazifeyi, vatan topraklarına karıştıktan sonra yapmaya başlamış oldun. Senin yaşlarında ve senin yolunda olan kardeşlerinden birisi, Memduha Alıcı, bu hizmetini, müsabakada derece alan yazısında ne güzel belirtmişti: «Bu bakımdan bize böyle bir yardımda bulunarak asil milletimize lâyık bir gençlik olmak için ne yolda hareket etmemiz lâzım geldiğini, değişik dimağların değişik fikirlerinden faydalanarak bulmamızı sağlayan Afşin kardeşimiz, ölümünden sonra bile, yaptığı faydalı işlere devam etmiş oluyor..»
Tanrı izin verirse, bu yazı müsabakası her yıl devam edecektir.
İlk kitabı bu mektuplar olan «Afşın Yayınları» da, senin, 14 yaşında gönül verdiğin büyük dâvâya, bir başka hizmetin olacaktır. Bu seride Türk milliyetçiliğine ait kitaplarla edebî, tarihî eserler ve benzerleri yer alacaktır. Tanrı bize birkaç yıl daha ömür verirse, bu serinin, bizden sonra da devamını sağlayacağımızı umuyorum.
***
Seni düşünmediğimiz bir an olmuyor Afşm. Gündüz hayalimizde, gece rüyalarımızdasın. Acın, bütün yakıcılığıyle içimizde, Duvardaki büyük resmin, Zeki Sofuoğlu Amca’nın deyişiyle «ürkek ceylân yavrusu gibi» ve «çekingen, terbiyeli, masmavi bakışlar»la, sanki:
-Beni niye yaşatamadınız? der gibi hep karşımızda.. Ve dünyada iki garip gibi bıraktığın annenle babanın, artık, tek tesellileri, sana, o bilemediğimiz ebediyet âleminde kavuşma ümidi..
Soframızda da hep bizimlesin. Kahvaltılarda, gözlerinin rengindeki çay bardağın; yemeklerde tabağın, bardağın, çatalın, kaşığın hep yerinde.. Yalnız iskemlen gibi bardağın ve tabağın da boş.. Ve bu, hep böyle devam edecek Afşin. Bu boş tabaklar ve bardaklar bir gün ikileşinceye ve nihayet sofrayı kuracak el kalmaymcaya kadar..
Sana daha ne yazayım?
Senin bana söylediğin son sözler, benim de sana son sözlerim olsun:
-Allaha ısmarladık, Afşın’cığım!…
Yorumlar