Sevgili Afşın,
Londra’nın bu okulundaki yılını bu mücadeleler ile tamamladın. Okula üç ay kadar geç başladığın halde İngilizcede büyük ilerleme kaydettiğin için, okulun «çabuk ilerleme mükâfatı»nı kazanmıştın. Sınıf birinciliğini, seni 10 sayı geride bırakan bir Alman kızı kazanmıştı. Fakat onun ders sayısı seninkinden bir fazla idi. Çünkü sen, din dersinden saf dışı edilmiştin. Din dersi ise 20 puvandı. İngilizceyi İngiliz çocukları kadar güzel konuşuyordun. Dükkânlarda veya başka yerlerde, herhangi bir sebeple, Londralılarla konuştukça, seni İngiliz sanıyorlar, Türk olduğunu söyleyince şaşırıyorlardı. En çok kızdığın şeylerden birisi de buydu. Bir gün bana :
-Ben de İngiliz çocukları gibi aptal mı gözüküyorum? diye sormuştun. Çoğu gözlüklü olan İngiliz çocuklarının, gerçekten, aptal bir dış görünüşleri vardı. Kepini onlar gibi giyip, ağzını onlar gibi açıp İngiliz çocuklarının taklidini ne güzel yapar ve bizi ne çok güldürürdün!.
Okulların tatilinden sonra yavaş yavaş hazırlıklara başlamıştık. Bu hazırlık, arttırdığımız para ile alacağımız öteberinin sağlanması idi. Alınacaklar arasında bir de bisiklet vardı. Ancak, Londra’ya ilk geldiğimiz günlerde, arttırabileceğimizi umduğumuz kadar para biriktirmiş olamayacağımız, bu son aylar içinde belli olmuştu. Listedeki büyük parçalardan birini silmek gerekiyordu. Biz silinmesi en uygun eşya olarak elektrik fırınını bulmuştuk. Fakat sen buna razı olmuyor, kendine ait bisikletten vaz geçmemizi istiyordun. Hem de sadece istemekle kalmıyor, şiddetle ısrar ediyordun. Bu fedakârlık bizi çok duygulandırıyordu. Lâkin, sana söz verdiğimiz için bisikletten vaz geçmemiz imkânsızdı. Esasen alacağımız bisikleti tesbit de etmiştik. Hattâ sen, lâstik vesaire gibi yedek parçalardan ne kadar alacağını da kararlaştırmıştın.
Bu, senin yuva bağının ilk büyük sınavı idi. Elektrik fırınından vaz geçmememiz için yalvardığın günler olurdu. Ve bisiklet-fırın çekişmemiz böylece günlerce sürdü. Seni yüzde yüz razı ettik sayılamaz ama, sonunda listeden fırını sildik.
İngiltere’ye gelirken Marsilya’ya kadar olan yolu vapurla almış, Marsilya-Paris-Londra yolculuğunu da uçakla yapmıştık. Dönüşümüz ise Marsilya’ya kadar trenle, Marsilya’dan sonrası da yine denizden oldu. Bu suretle birçok yerleri görmek imkânını buldun.
Manş’ı pis bir havada geçmiştik. Vapuru çok sallayan sert dalgalar seni de hayli sarsmıştı. Fakat Fransız topraklarına çıktıktan sonra keyfin geldi. Paris’te en çok Eyfel ile ilgilendin. Cenova’nın o muhteşem mezarlığı da seni çok sardı. Böylece, Türkiye’ye hayli yüklü olarak döndün.
Ortaokulun son sınıfını yine Namık Kemal’de okudun. Arkadaşlarından bir yıl geri kalmıştın. Fakat kazancın kaybından çoktu. Bu kazancın neticelerini daha sonraki yıllarda alacaktın. Ama talih bırakmadı ki..
Boyun uzamış, sesin kalınlaşmaya başlamıştı. Artık delikanlı olmuştun. Boş saatlerinde bisikletinle dolaşıyor, bundan çok zevk alıyordun. Bisikletin o kadar güzeldi ki, arkadaşların ona «kadilâk» adını takmışlardı.
Kız arkadaşların da olmuştu. Kadilâkınla dolaşırken, kızların :
-Bisiklet çok güzel! Ama üstündeki daha güzel!
gibi sözlerle sana lâf atmaları ve buna benzer küçük gönül oyunlarını ben annenden öğrenirdim.
Zamanımızın futbol hastalığı seni de sarmıştı. Fenerbahçe’yi çok severdin. Radyodan büyük maçları takip ederken, Fenerbahçe gol atarsa sevinçten zıplar, evin içinde koşardın.
Fener yenildiği zamanlar da çok üzülürdün.
Sana verdiğim eski spor dergileri koleksiyonlarında benim resimlerime rastladıkça, o devirlere ait birçok sorular sorardın. En çok merak ettiğin Galatasaray ile Beşiktaş’a gol atıp atamadığım idi. Sana naklettiğim bazı hâtıraları büyük ilgiyle dinlerdin.
Ortaokulun son sınıfını iki dersten eylüle kalarak bitirdin. Ve 1958 – 1959 ders yılında Gazi Lisesine devama başladın. Lise hayatınla birlikte millî şuurun ve milliyetçi çalışmaların da renk almaya başladı.
Artık öğretmenlerine, sizlere millî ruh aşılayabilme güçlerine göre not veriyordun. Arkadaşlarına, Türklük ruhunu uyandırıcı eserler ve bilhassa tarihî romanlar tavsiye ediyordun. Sade tavsiye etmekle de kalmıyor, onları kitapçılara götürüp birikmiş paralarına göre kitaplar aldırıyordun. Bu suretle çevrendekilere, bilhassa Atsız’m ve Kozanoğlu’nun romanlarını bol bol okutuyordun.
Mahalle arkadaşlarınızla kurduğunuz kulübe «Bozkurt Spor Kulübü» adını verdirmiştin. Formanız kırmızı beyazdı. Formaların göğsünde kurt vardı. Kulüpte disiplin hayli sertti. Meselâ çalışmalara zamanında gelmeyenler veya oyunda küfür edenler para cezası ödemeye mecburdular. Toplanan paralar kulübün ihtiyaçları yolunda kullanılırdı. Kulübün kaptanı idin ama, bu hesap işlerini de sen tutardın. Tuttuğun defterde herkesin bir sayfası vardı. Aidat, bağışlar, cezalar bu deftere mürekkeple işlenirdi. Bu işleri hem zevkle, hem de titizlikle yapardın. Konu ne olursa olsun, üzerine aldığın bir vazifeyi bu derece ciddiyetle yapmanı beğenirdim. Bu konuda ençok hoşuma giden hususlardan birisi de, disipline aykırı harekette bulunduğun zaman kendine verdiğin para cezası idi.
Millî ruhunla birlikte insanlık duyguların da gelişiyordu. Malî durumları pek iyi olmayan arkadaşlarına yardımcı olmaktan memnunluk duyardın. Bu arkadaşlarının birisiyle, otobüs parası olmadığını anladığın zamanlarda, sık sık, Gazi Lisesi’nden eve kadar yaya gelirdin. Arkadaşını otobüse dâvet edip parasını ödeme yoluna gitmemen, onun gururunun incinmemesi içindi.
Nazik ve kibardın. Büyüklerinle konuşurken aradaki mesafeyi hiç unutmazdın. Bu bakımdan bizi, ne bebeklik yıllarında, ne de daha sonraki devirlerde hiç mahçup etmedin. Annene ve bana bir kere olsun «sen» dediğini hatırlamıyorum. Bize hitabın daima «anneciğim» ve «babacığım» şeklinde idi.
Paraya karşı en küçük yaşlarından beri gözün toktu. Para harcayacak yaşa geldikten sonra da huyunu değiştirmedin. Zamanla buna, parası az arkadaşlarının duymaları muhtemel üzüntüleri düşünmek de karıştı. Kooperatif evleri dolayısıyle büyük bir malî yükün altına girmemizden sonra ise daha düşünceli bir hale geldin. Sana herhangi bir şey alınması bahis konusu olunca, ,hemen, evin borcunu hatırlar ve hatırlatırdın. Ev borcu ödeninceye kadar benim eskilerimi giymeye dahi razı idin. Kaç kere bisikletini satıp da parasını bankaya yatırmayı teklif etmiştin.
Ruhun gibi gövden de hızla gelişiyordu. Boyun hayli uzamıştı. Kuvvetin de artmıştı. O koca bisikleti tek elinle havaya kaldırır ve apartmanın üç kat merdivenini âdeta koşa koşa çıkardın.
İlkokuldan kalma düzenliliğin de geçen yıllarla daha mükemmel bir hale gelmişti. Yazılı vazifelerin ve çeşitli derslerden tuttuğun not defterlerindeki temizlik ve intizam da mükemmeldi. Eksi, artı gibi işaretleri dahi cetvelle çizerdin.
Ortaokulun son sınıfında iki dersten bütünlemeye kalman sana iyi bir ders olmuştu. Gazi Lisesindeki ilk yılını, bu sebepten, sıkı tuttun ve sınıfını doğrudan doğruya geçtin.
Sınıfını doğrudan doğruya geçersen, annenle birlikte Almanya’ya bir yaz gezisi yapacaktınız. Almanya’da bulunan Bedriye Yengenden resmî davetiye de gelmişti. Fakat 27 Mayıs hareketinin neticesi olarak o yaz, memleket dışına çıkma yasağı konunca, bu plân suya düştü.
Ama sen, bu plânın suya düşmesine o kadar aldırmamıştın. Çünkü kendin plânlar kurmakla meşguldün. Bu plânlar, gece yatağa girdikten sonra kuruluyordu. Uykuyu çok sevdiğin halde hemen uyumuyor, Türkçülüğü yaymak için yollar araştırıyordun. Ve ertesi sabah bana plânını açıklıyordun.
Arkadaşlar geldikçe, bizim evde, onda dokuz memleket meseleleri konuşulurdu : Türkçülük düşmanlığı, milliyetçiliğin uğradığı ihanetler, siyasîlerin ve mevki sahiplerinin gafletleri, teşkilâtsızlığımız, parasızlığımız… Sen, bunları yıllarca dinlemiştin. Fakat konuşmaların üzerinde bir tesir bıraktığına dair uzun zaman hiçbir belirti görmemiştim. Bu son sene, yaşın dolayısıyle, konuşulanları pek anlayamayacağın yıllarda dahi, belli etmeden akümülâtörünü doldurmakla meşgul bulunduğunu göstermişti.
Geceleri kurduğun plânlardan anlaşılıyordu ki, Sana en- çok tesir eden Türkçü cephenin parasızlığı ile milliyetçi dergi ve kitapların gereği gibi yayılamayışı idi. Türkçülüğe para sağlamak için bisikletini saati birkaç liradan kiraya vermek, tatil günlerinde sokakta satıcılık yapmak gibi tekliflerde bulunuyordun. Türkçü yayınları yaymak içinse dükkân açmamızı uygun buluyordun. Dükkânda, okul saati dışındaki zamanlarda ve tatil günleri sen ve arkadaşların çalışacağınız için fazla masraf olmayacaktı. Başta Gazi Lisesi olmak üzere birçok okullardaki çocukların, sen ve arkadaşların dolayısıyle, bizim dükkâna geleceklerini, bu suretle Türkçü dergi ve kitapların da yayılmak imkânını bulacağını umuyordun.
Böylece yazı ettik. Ve siz Almanya gezisine çıkamayınca, yazı geçirmek üzre İstanbul’a, Atsız Amcanlara gittik.
Maltepe’de sakin, dinlendirici ve istifadeli bir yaz geçirdik. Hemen her gün Maltepe plâjma gidiyorduk. Kısa zamanda çok güzel yüzme öğrendin. Son bir iki pazar Fenerbahçe’nin like hazırlık maçlarına gitmemiz de seni çok memnun etmişti.
Üzerinde çok müsbet tesir yapan bir hâdise de, Yahya Kemal Enstitüsünü ziyaretimiz oldu. Enstitüye Nihad Sami Banarlı’nın dâvetiyle gitmiştik. Annen, Atsız Amcan, sen ve ben.. Salonun kapısından girince, ziyaretçileri, âdeta Yahya Kemal adına karşılayan :
“Cihan vatandan ibarettir itikadımca”
mısraını hep birlikte okumuştuk. Nihad Sami Banarlı, birçok gencin, hattâ üniversitelilerin, mısraın mânâsını «bütün cihan vatanımızdır» şeklinde anladıklarını söylemiş ve bir ara sana:
-Afşm! Mısraı sen nasıl anlıyorsun? diye sormuştu. Sana bir şey sorulunca, yüzünü bir pembelik kaplardı. Bu sefer de öyle oldu. Bir iki saniye düşündükten sonra mısraın mânâsını söyledin. Mısraın belirttiği o güzel mânâ ile öylesine dolmuştun ki, Ankara’ya döndükten sonra günlerce uğraşıp güzel bir yazı ile yazdığın mısraı, Londra’dan getirdiğin bir Kıbrıs haritası ve benim bir asker resmimle birlikte kitaplığının kapısının içine asmıştın.
Ve yazın son sabahlarından birinde motörlü tirenle Haydarpaşa’dan Ankara’ya hareket ettik. Görünüşte bu, her zamanki İstanbul- Ankara yolculuklarından birisiydi. Bizi, Ankara’da en büyük felâketin beklemekte olduğunu nereden bilecektik?
Yorumlar